“Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da eşini yaratıp o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının. Adını anıp Kendisini vesile ederek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakınınız. Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.” (Nisa, 4/1)
Ayette “ey insanlar” kaydı düşülerek adeta bütün insanlığa hitap edilmiştir. İlk dönem müfessirlerinden Taberi’nin âyete getirdiği yorum konumuz açısından oldukça kayda değerdir. Ona göre bu ayet, yer küre üzerindeki tüm insanların bir anne ve bir babanın çocukları olduklarına delalet etmekte; böylece kardeşin kardeş üzerinde hakları olduğu gibi, onların da birbirleri üzerinde hakları vardır. (Taberi, Tefsir, 4/223.) Bir başka deyişle bu ayete göre din, dil ırk ne olursa olsun, sosyal hayatı paylaşan bireylerin hem birbirlerine saygılı olmaları hem de birbirlerine karşı zulmetmeyip adaletli ve şefkatli bir davranış modeli geliştirmeleri bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. (Necla Bodur, Kur’an’ın Sosyolojik Yorumu, (Ankara, Gece Kitaplığı, 2016) s. 90-95.) Yani toplumsal hayatı paylaşan bireyler arasında kurulması gereken sağlam ilişkinin karşılıklı sevgiye ve sıla-ı rahime dayandığı hususu net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Toplumların huzurlu ve güvenli bir hale dönüşmesinde karşılıklı muhabbet ve sevginin önemi asla göz ardı edilmemelidir. Bu da esasında bizleri evrensel akrabalık bağını kurmaya itmektedir.
Bu bağlamda hadislerde yer alan Hz. Peygamber’e ait “Ey bizim ve her şeyin rabbi olan Allah’ım! Bütün kulların kardeş olduklarına ben şahidim.” (Ebû Davûd, Salat, 361.) ifadesi evrensel kardeşliğe ışık tutması açısından çok manidardır. Yine bazı tasavvuf ve tefsir kaynaklarında “Tüm mahlukat Allah’ın ailesidir.” (İbn Kesir, Tefsir, 2/287.) şeklinde ifade edilen sözde de bütün insanlığın evrensel ölçekte Allah’ın ailesi olduğu ve bu ailenin her şeyden önce karşılıklı haklar gözetilerek korunmasının gerekliliği net bir biçimde ortaya konmuştur.
Esasında bu konuda daha pek çok ayet ve hadisle konuyu daha derin bir şekilde tahlil etmek mümkündür. Şu maddeleri kaydederek yazıyı toparlamış olalım:
- Bütün insanlar Hz. Âdem’in soyundan gelmeleri itibariyle kardeştirler. Dolayısıyla toplumsal hayatı birlikte paylaşan bireylerin bu akrabalıkbağını gözetmeleri, uhuvveti ve muhabbeti ihlal edecek hususlardan sakınmaları, kardeşlik içerisinde adeta bir aile gibi geçinmeyi adet haline getirmeleri gerekmektedir.
- Sosyal hayatta insanlarla iletişime geçerken, öncelikli olarak muhataba bir insan olarak bakılması gerekmektedir. Bir insana değer vermek için ya da bir insanın değer görmesi için başka bütün değer ve ölçülerden soyutlanarak, o insanın sadece Allah tarafından yaratılmış olması yeterlidir. İnsanı değerli yapan ölçülerin başında Allah’ın insanı kendi suretinde yaratmış olması, kendine ait evsafından kullarını da hissedar kılması zaten kâfidir.
- Peygamber Efendimizin “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem’de topraktan halk edilmiştir.” (Tirmizî, Tefsir, 49.) hadisinde veciz bir şekilde haber verdiği gibi, bütün insanlık başlangıç itibariyle Hz. Âdem’e dayanmaktadır. Bu hem evrensel bir akrabalıktır hem de insanlık ailesidir. Dolayısıyla hangi din ve ırktan olursa olsun bütün insanlığın bu kardeşliğe önem vermesi, yer küre üzerinde var olan sorunların bitirilmesi ya da azalması adına kayda değerdir.
Dünya üzerinde her türlü zulmün bitmesi ve bütün insanlığın vicdanında meknuz olan bu evrensel akrabalık bağlarını keşfetmesi ve hayata taşıması temennisiyle…
Yıllar önce master eğitimi alırken, Türkiye’nin alanında uzman hocalarından olan değerli danışman hocamın isteği üzerine son dönemin kıymetli müfessirlerinden Muhammed Ebû Zehre’nin sosyal problemlerle alakalı görüşlerini tez olarak hazırlamıştım. Bu konuyu çalışırken özellikle danışman hocamın da yönlendirmesiyle insanlık ailesi üzerine bir bölüm açmış ve bu konudaki bazı bilgileri toplamıştım. O zamanlar bu konunun ne kadar önemli olduğunu tam idrak edememiş olsam da son yıllarda dünya üzerinde artan farklı din ve gruplar arasındaki terör faaliyetlerini görünce, ya da birilerinin yerkürenin huzurunu bozmaya çalıştığı şu demlerde, bütün insanlığın özde kardeş olduklarını, kavgaya lüzum olmadığını, hangi din dil ırk olursa olsun bütün insanlığın diyalog ve müsamaha kapsamında aynı masa etrafında mutlulukla oturabileceğine, bütün dini kaynakların özde bu güzelliğe müşevvik olduğuna, hatta dine karşı soğuk duran kimselerin dahi vicdanlarını dinledikleri zaman bu evrensel aile kuramına gönül vereceklerini çok daha derinden hissettiğimi söylemek isterim. En basit haliyle anne baba ve çocuklardan oluşan bir aile sosyolojik olarak toplumun nasıl en küçük yapısını oluşturuyor ise insana ya da insanlığa emanet edilmiş bu dünyamızda bizim büyük ailemizdir. Yer yer bu dünyamızda sorunlar baş gösterse de bununla mücadele edebilmek ve de bu mücadelede başarılı olabilmek için insanlık ailesi mefhumunu göz ardı etmemeliyiz. Zira toplumu oluşturan bireylerin bütünüyle aynı dinden veya aynı milliyetten olması neredeyse imkânsızdır. Birbirinden farklı grup ve cemaatler halinde yaşayan insanlığın, toplumsal olarak birlikteliğinin temin edilmesi, aralarındaki ilgi ve alakanın tesis edilmesi, ilahi kelamın en temel hususiyetlerinden birisidir. Dinlerin özünde bu evrensel aile vurgusuna göndermelerin olduğunu biliyoruz. Bu yönüyle Kur’an, toplumun en küçük yapıtaşı olan aileden yola çıkarak bütün insanlığın adeta bir “insanlık ailesi” çatısı altında toplanmasını tavsiye etmiş, sosyal hayatta barış ve huzurun sağlanmasını her durumda nazara vermiştir.