Takva kelimesi ilk bilinen anlamıyla Allah’a karşı saygılı olmak, haşyet duymak demektir. Kök itibariyle vikaye’den gelir. Şeriatta takva ise Allah’ın emirlerine uymak, yasaklardan sakınmak ve bu sayede Allah’ın azabından korunma şeklinde tanımlanmıştır. Kur’an’da takva ile alakalı dikkat çeken öncelikli ayetler şunlardır: إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللهِ أَتْقَاكُمْ “Sizin Allah indinde en asil, en şerefliniz takvâda en derin olanınızdır.” (Hucurât sûresi, 49/13) اِتَّقُوا اللهَ حَقَّ تُقَاتِهِ “Allah’a karşı olabildiğince takvâ dairesinde olun!” ( Âl-i İmran sûresi, 3/102)
Bunların dışında Kur’an’ın muttakiler için bir hidayet rehberi olduğu hatırlatılmış, daha pek çok ayette de “umulur ki muttakilerden olursunuz” denilerek Müslümanlardan beklenti ortaya konmuştur. Mutlak olan takva mefhumunu ise Hz. Peygamber şu şekilde ortaya koymuştur:
لاَ يَبْلُغُ الْعَبْدُ أَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُتَّقِينَ حَتَّى يَدَعَ مَا لاَ بَأْسَ بِهِ حَذَرًا لِمَا بِهِ الْبَأْسُ
“Kul gerçek takvâya ulaşamaz, sakıncalı şeylere girme endişesiyle bir kısım sakıncası olmayan şeyleri de terk etmedikçe!” (Tirmizî, sıfatü’l-kıyâme 19; İbn Mâce, zühd 24)
Başka bir hadiste ise Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
اَلْحَلاَلُ بَيِّنٌ وَالْحَرَامُ بَيِّنٌ وَبَيْنَهُمَا أُمُورٌ مُشْتَبِهَاتٌ لاَ يَعْلَمُهَا كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ
“Helal belli, haram bellidir. O ikisi arasında insanların çoğunun bilmediği şüpheli şeyler vardır.” (Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, (1599); Ebu Davud, Büyû 3, (3329, 3330)
Takva konusunda pek çok hadis olmakla birlikte, bu iki hadisin takvanın çerçevesini net çizdiğini ifade etmeliyiz. İslam, fıtri bir dindir. Fıtrata müdahale etmek ve onu zorlamak İslâm’ın mesajıyla bağdaşmaz. Hakkında hüküm bina edilmeyen hususlarda, İslâm’ın koyduğu genel çerçeve esas kabul edilip, ona uyanlar alınır, uymayanlar ise bırakılır. Bu takvanın ilk adımıdır.
Ne var ki takvayı Allah korkusu olarak algılasak da pratik hayatta bunu ne denli hissettiğimiz sorunludur. Takva sadece camiye has bir kavram olmadığı gibi, yalnızca yeme içme ile alakalı da değildir. Hayatın bütününü içine alan ve Müslümana kendi olabilmesi ve kalabilmesinin yollarını açan bir kavramdır. Hakiki Müslüman, özel günlerde süslenmesine ve kıyafetlerine çeki düzen verdiği gibi aynı önemi iç dünyasına da vermelidir.
Buraya kadar yazdıklarımız genelde bilinen hususlardır. Şimdi ise takvanın çok az dillendirilen bir yönünden söz etmek istiyorum. Kâinatta muhteşem bir nizam ve uyum vardır. İnsan dışında bu düzene başkaldıran başka bir varlık neredeyse yok gibidir. Bu sebeple, insanın etrafındaki uyuma ayak uydurması, Allah’ın kâinata koyduğu kurallara uygun davranması takvanın bir gereğidir. Mesela güneş her gün doğmakta, gece ve gündüz kendisine verilen vazifeyi deruhte etmektedir. İnsan dışında varlığın ekserisi vazifesini müdriktir. İşte insanın vazifesini müdrik olup, kendisinden beklenilenleri ortaya koyması, uzuvlarını yaratılış istikametinde kullanabilmesi takvanın insanda yerleşmiş bir haslet olduğunun en önemli kanıtı olsa gerektir.
Sebepler, Allah’ın bu dünyaya koyduğu bir düzen neticesidir. İnsan aklı, harikulade olayları kolay akledemez. Bu sebeple Allah; beşerî, sebeplerle yönlendirmiş ve ona yol yöntem göstermiştir. Dünyada yücelmenin, İslâm’ın ve Hz. Muhammed’in mesajını muhtaç kimselere ulaştırmanın en önemli yolu, kanaatimizce kâinattaki kanunlara uygun bir hayat ortaya koymaktan geçmektedir. Nitekim insan, kâinata halife tayin edilmiştir. Hem kendi dünyası için hem de ekser insanlık için Müslümanın vazifeleri vardır. Bu vazifeler ancak hem bireysel anlamda muttaki olmaya hem de sebepler planında hareket ve hamle kabiliyeti geliştirmeye bağlıdır. Yani takvanın bir kalbe bakan yönü ki buna iman demek mümkündür. Hem de eyleme bakan yönü vardır. Eylem kısmı ihmal edilerek sadece kalbi yönüyle canlı tutulan bir takva, kişiyi iyi bir yaşantısı olan Müslüman yapsa da topluma yön veren, toplumu eğiten ve geliştiren bir birey kılmayacaktır. Bu ise eksiktir. Zira ıslah önce kişinin kendisinde başlamalı, başkalarının hayatına etki etmek, yani yeryüzüne halife tayin edilme sırrını idrak etmekle taçlanmalıdır.
Ezcümle, takva mefhumu genel olarak Allah’ın emirlerine uymak, yasaklarından sakınmak manasına gelse de pratik hayata bakan yönüyle kişinin ilk olarak kalbini olumsuz duygu ve düşüncelerden tahliye edip, Allah sevgisiyle süslemesi, ikinci olarak ise hilafet sırrını ve emanetini müdrik bir şekilde kendisi dışındaki bütün insanlığı Allah ile buluşturmak için amansız bir gayret içerisinde olmasıdır. Yani takva imanî/kalbî ve eylemsel olmak üzere iki kısımda algılanmalıdır.
Allah cümlemizi, Allah’ın emirlerine uyan, yasaklarından sakınan ve hilafet sırrını müdrik olarak, dünyaya gönderilme hedefini unutmayan kulları zümresine dâhil eylesin.