Çağırmak, nida etmek, yardım istemek anlamlarına gelen dua kelimesi ıstılâhî anlamda “Kulun kendi küçüklük ve acizliğini, Cenâb-ı Hakk’ın da büyüklüğünü ve her şeye güç yetirdiğini bilerek O’na tâzim ve sena da bulunması, O’ndan ihtiyaçlarının giderilmesini istemesi” olarak ifade edilebilir.
Bütün dinlerde dua, inancın omurgasını teşkil ettiği gibi ibadetlerin de etrafında şekillendiği bir öz konumundadır. Nitekim namaz anlamındaki salât kelimesi esas olarak dua anlamına gelir. Yine hadislerde dua ibadetin ta kendisi ve özü olarak ifade edilmiştir. (Bkz. Tirmizî, Daavât 1; Ebû Dâvûd, Vitir 23). Bu nedenledir ki ayette “Duanız olmasa Rabbim size ne diye ehemmiyet versin ki?” (Furkân: 77) buyurulmuş, insanın değeri duasında kılınmıştır.
Dualar tanımda da ifade edildiği üzere Allah’ı tâzim ve sena da bulunma gibi zikir şeklinde olabildiği gibi ondan yardım isteme, ihtiyaçlarının giderilmesini talep etme tarzında istekte bulunma biçiminde de olabilir. Şu halde duayı sadece istek duaları olarak görmek doğru değildir. Nitekim Peygamber (s.a.v) Hakk’ı tâzim ve sena içeren ifadeleri de dua olarak adlandırmıştır. Yine geçmişten bugüne başta peygamberlerin dualarında olmak üzere büyüklerin hemen hepsinin dualarında Allah’ı tazim ve O’na en güzel şekilde övgülerde bulunma önemli bir yer teşkil eder. Bu açıdan duaları tazim ve sena duaları ile istek ve talep duaları şeklinde iki kısma ayırabiliriz. Talep içeren dualar tevbe, istiğfar, ahiret saadeti gibi uhrevî bir talebi içerdiği gibi bir ihtiyacın giderilmesi, bir sıkıntının def edilmesi şeklinde dünyevî bir talebi de ihtiva edebilir.
İşte tam olarak burada şöyle bir soru akla gelmektedir: Madem Allah bizim her şeyimizi biliyor, bütün ihtiyaçlarımızı görüyor. O halde Allah’a dua etmenin, O’ndan yardım istemenin ne anlamı vardır?
Bu noktada farklı tavırlar ortaya çıkmıştır. Şöyle ki, bazılarına göre Hakk’ın takdirine rıza gösterip Allah’tan bir şey istenilmemelidir. Fakat bu görüş, sübjektif bir duyuş olarak bir mana ifade etse de genel olarak doğru bulunmamıştır. Aksi halde naslardaki duaları ve Şâri’in bizden dua etmemizi istemesini anlamlandıramayız. Bu nedenle ihtiyaçlarımız için de Allah’tan talep de bulunmalıyız. Hatta bu en rafine ibadet için Bediüzzaman’ın ifadesiyle ihtiyaçlarımızı dua vakti olarak değerlendirmeliyiz.
Ancak bu noktada karşımıza başka bir soru daha çıkmaktadır: Ezelî bir yazgı olan kader, bizim isteyeceğimiz şeylerdeki takdirleri de barındırıyorsa duamız neyi değiştirecektir?
Kimilerine göre dua ile takdir değişmez. Biz sadece Allah emrettiği ve dua bir ibadet olduğu için O’na dua ederiz. Bazıları ise bunun tam tersi bir görüşü benimsemiş, hiçbir şeyde kesin hükmün ve yazgının bulunmadığını, dolayısıyla duanın gelecekteki durumu değiştirebildiğini söylemişlerdir. Bazıları da duanın ancak kaderle uyumlu olması durumunda kabul edildiğini, diğer türlü kabul edilmediğini ileri sürmüşlerdir.
Esasında ezeli yazgıyı kabul etmeyen görüşü dışta bırakmamız icap eder. Çünkü böyle bir kabul, temel naslarla çatıştığı gibi naslarda anlatılan Allah tasavvuruna da aykırıdır. Bazılarının yaptığı gibi duayı kaderin dışında görmek de doğru değildir. Çünkü ezeli yazgı içerisinde duamızda vardır ve Allah Teâlâ yazgının mahkûmu değildir. Nitekim ezeli takdirin bulunduğunu, artık yapacak bir şeyin olmadığını ifade eden hadisler olduğu gibi duanın kaderi/yazgıyı değiştireceğini ifade eden hadisler de vardır. (Bkz. Ebû Süleymân el-Hattâbî, Şe’nüd-duâ, 6-7.). Bu açıdan yazgının sahibi duamızı da bilendir. Duamız, o yazgının bir parçası olduğu gibi Hakk’ın duamıza icabet etmesi de yazgının bir diğer parçasıdır. Başka bir ifadeyle yazgının içerisinde duamız da hesaba katılmıştır. Ayrıca Allah Teâlâ “Bana dua edin size icabet edeyim.” (el-Mü’min: 60) buyurmuştur. Bir diğer ayette “Dua edenin duasını kabul ederim” (el-Bakara: 186) demiştir. Yine O’nun isimlerinden biri de duaları kabul eden anlamında el-Mucîb’tir. Bu bakımdan duamızın değiştirme gücü vardır ve öyle olduğunu düşünerek dua etmemiz icap eder.
Şu da var ki tecrübelerimizle bazı duaların kabul edilmediğini görmekteyiz. Yine bizim duamızın tam tersi istikamette, onunla çatışan başka duaların olması da imkân dahilindedir. Ayrıca istediğimiz şeyin kabul edilmeyeceği ve Hakk’ın takdirinin bizim istediğimizden başka türlü olduğu şeyler de vardır. Şu halde dualarımız kabul edilmemiş midir? Ya da vaat edilen dualara icabet nasıl olacaktır?
Bu noktada Ebû Süleymân el-Hattâbî’nin dikkat çektiği fakat pek fark edilmemiş çok önemli bir husus vardır. Ona göre duaların kabul edilmesi, eğer takdir bu yönde ise istediğimiz şeyin verilmesi şeklinde olur. Allah’ın hakkımızdaki takdirinin istediğimizden farklı şekilde olması durumunda ise Allah dua edenin duasını olduğu gibi gerçekleştirmez. Fakat o kişinin gönlüne sekine indirip, ona inşirâh ve ferahlık verir. Sıkıntılı bir durumda ise o duruma tahammül edip katlanma sabrı ihsan eder. Dolayısıyla istediğimiz şekilde gerçekleşmeyen dualarda da bu şekilde bir tür icabet söz konusu olur. (Bkz. Hattâbî, Şe’nü’d-Dua, 12-13)
Şu halde yalvarıp yakararak Allah’tan istediğimiz bazı şeylerin istediğimiz şekilde gerçekleşmemesi duamıza icabet edilmediğini göstermez. Zira Allah Teâlâ dualara icabet edeceğini söylemiştir. Ancak icabet her talebin aynıyla beklendiği esnada gerçekleşeceği olarak değerlendirilmemelidir. Evet, bazen tam olarak bu şekilde de gerçekleşebilir. Nitekim daha eller duadan indirilmeden aynıyla icabetin gerçekleştiği pek çok tecrübede söz konusudur. Ama her zaman böyle olmamaktadır. Zira bazen Hakk’ın takdiri istediğimiz şeyin daha ileriki bir tarihte olması şeklinde olabilir. Bazen de istediğimizden bambaşka şekilde hakkımızda bir takdir söz konusu olur.
Gerçekleşme zamanı gelmemiş bir duada şu anda da bir icabet söz konusudur. Hattâbî’nin ifade ettiği gibi Allah’ın dua neticesinde içimize inşirah vermesi, iç huzuru lütfetmesi çok önemlidir. Ne yaşıyor olursak olalım, bizi yıpratan yaşadıklarımızdan ziyade bizim onlara yüklediğimiz anlamlardır. İçinde bulunduğumuz kalbi yoran, yüreğe oturan ağır durumun hiçbir şeyle değişmeyeceğini düşünmek insanı bunalıma sürükleyebilir. Bunalım ise inancını yitirme, bedenin bunu kaldıramayıp hasta olması ya da intiharlar şeklinde açı sonuçlar doğurur. Bu açıdan ettiğimiz her samimi duada peşin bir icabet olarak bir iç ferahlığını ve tahammül direncini bulabiliriz. Bu da bizi bu zor şartlarda ayakta tuttuğu gibi bize geleceğe yönelik imkanları fark edip onları icra etme gücü de verir.
Öte yandan Hakk’ın muradı bizim beklentimizden başka şekilde gerçekleşecek olması durumunda ise yine dua icabetsiz kalmaz. Bahsi geçen inşirah ve sekînenin peşin olarak verilmesinin yanı sıra bir zaman sonra geriye döndüğümüzde Allah’ın bize beklentimizden farklı fakat onu aşan, ona ihtiyaç bırakmayan çok şeyler vermiş olduğunu görebiliriz. Bu açıdan her halükârda duaya ısrarla devam etmek gerekir. Çünkü Hak kerimdir. Kerîm ise sofrasını oturup in’âm bekleyeni nimetsiz, ikramsız bırakmaz. Her halükârda istikbalin hem dünya hem de ahiret bakımından hakkımızda hayırlı olmasında duamızın ana bir dinamik olduğunu unutmamak icap eder. Bu nedenledir ki duada ısrar etmek dinen emredilmiştir. Bu ısrar, istediğimizi Allah’ın lütfetmesini netice verecek olabildiği gibi yeni ve beklediğimizin çok ötesinde ummadığımız güzelliklere de dönüşebilir. Tüm bunların yanında onunla dertleşmenin verdiği ibadet neşvesinin kulluğun özü olduğunu, kalıcı salih amellerden bulunduğunu da unutmamak gerekir.