Anasayfa » Gurbette Ölüm

Gurbette Ölüm

Yazar: Ali Keser

Her insan, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, Allah tarafından kendisine takdir edilen hayat süresi sona erdiğinde ölümü tadacaktır. Kur’an-ı Kerim bu hakikati açık bir şekilde hatırlatır:

Her nefis ölümü tadacaktır…” (Âl-i İmrân, 3/185).

Hiç kimse bu gerçekten kaçamaz; zengin de olsa fakir de yakında da olsa uzakta da genç de olsa yaşlı da. Bu durum bir başka ayette de şöyle ifade edilmiştir:

Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir.” (Nisâ, 4:78).

Ölüm gerçeğiyle yüzleşmek, insana en zor gelen durumlardan biridir. Özellikle gurbette yaşayan bireyler için bu süreç, daha ağır bir duygusal yük oluşturur. Uzun zamandır görüşülmeyen aile bireylerinden birinin –anne, baba, kardeş ya da yakın bir akrabanın– vefat haberini almak, kişinin yalnızlık hissini derinleştirir. Yakınlarının yanında olamamak, zor zamanlarında onlara destek verememek veya cenaze merasimlerine katılamamak, yas sürecini daha da zorlaştıran etkenlerdir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) müminlere ölümü sıkça hatırlamalarını tavsiye etmiştir:

Lezzetleri yok eden ölümü çokça hatırlayınız.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 26).

Bu tavsiye, hayatı karartmak amacıyla değil; dünyanın geçici, ahiretin ise ebedî olduğunu hatırlatmak içindir. Ölüm gerçeğini zihinde canlı tutmak, bireyin karşılaştığı kayıplar karşısında metanetli olmasına katkı sağlar.

Ölüm, mutlak bir kayıp değildir. O bir “mekân değişikliğidir.” Ruh, bu dar dünya odasından çıkarak ebediyetin geniş ufuklarına yönelir. Dolayısıyla ölüm, bir son değil, ilahî bir planın parçası ve yeni bir başlangıçtır. Nitekim pek çok büyük zat yakınlarının haberlerini aldıklarında derin bir hüzün yaşamış ve ertesi gün gözyaşları içinde gıyabî cenaze namazı kıldıklarına şahit olmuşuzdur.

Müminin ölüm karşısındaki tavrında sabır, teslimiyet ve iman esas unsurlardır. Hayatta kalanlar için ölüm, sabırla sınanma vesilesidir. Enes b. Mâlik (r.a.)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte bu husus şöyle ifade edilmiştir:

Gerçek sabır, musibetin ilk şokunu yediğin anda gösterdiğin sabırdır.”
(Buhârî, Cenâiz 32, 43; Ahkâm 11; Müslim, Cenâiz 14–15).

Dolayısıyla mümin, kayıp karşısında metanetli olmalı ve teslimiyetini korumalıdır.

Birbirinden uzakta yaşayanlar, özellikle farklı ülkelerde yaşayanların, aile bireylerine destek olma biçimleri ise hem maddî hem manevî yönler taşır. Fizikî olarak yanlarında olunamasa da yakınlarla düzenli iletişim kurmak, taziyede bulunmak ve sabır dilemek önemli bir manevî destektir. Bunun yanı sıra cenaze ve taziye süreçlerine maddî katkı sunmak, dayanışmanın bir göstergesidir.

Ayrıca vefat eden kişi adına sadaka-i cariye başlatmak, öğrencilere destek olmak, yetimleri doyurmak, su kuyusu açmak veya ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunmak hem İslâmî hem insani açıdan anlamlı bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Bu tür uygulamalar, hem ölen kişinin ruhuna bağışlanacak sevap açısından hem de toplumsal dayanışma açısından önemlidir.

Sonuç olarak, ölüm gerçeği bireysel olduğu kadar toplumsal bir olgudur. Özellikle gurbette yaşanan kayıplar, dini inanç, sabır ve dayanışma kavramlarının önemini daha görünür kılar. İslâm’ın ölüm anlayışı, kaybı mutlak bir son olarak değil, ebedî bir âleme geçiş olarak görür. Bu bakış açısı, gurbetteki Müslümanlar için hem teselli hem de sabır kaynağıdır.

“Ey Rabbimiz! Dünden bugüne hizmet-i imaniye ve Kur’aniye’ye omuz vermiş, Nâm-ı Celîl-i Muhammedî’yi bayraklaştırma uğruna dünyanın dört bir yanına dağılmış, hizmet ederken vefat etmiş tüm kardeşlerimizin mekânlarını cennet eyle. Onlara rahmetinle muamelede bulun, Ya Rab.”

You may also like

Leave a Comment